Etnofotografik Yaklaşım
Etnofotografi, derleme ve türler üzerine yapılmış çalışmalarla sınırlı bir halkbilim anlayışının, yeniden tanımlanmaya çalışılan, yeni yorum ve yaklaşımlarla giderek değişen doğası içinde fotoğrafla halkbilim arasında kurulmaya çalışılan ilişki üzerinedir. Fotoğrafla halkbilim ilişkisi, şüphesiz yeni bir ilişki değildir. Fotoğraf, çeşitli şekillerde halkbilimciler tarafından kullanılmış ve kullanılmaktadır. Fotoğrafın çoğunlukla yararlandığımız özelliği konuya (olay ya da olguya) zamana ve mekâna dair bir belge oluşudur. Bu ilişkiyi kurmaya çalışırken etnofotografik yaklaşım olarak adlandırdığımız; etnografik ya da halkbilimsel bakışla fotoğrafın bakışını üst üste koyan bir “okuma” ve yorum sürecinin gerçekleştirildiği “etnofotografik” çalışmayı yeni bir yaklaşım olarak öneriyor ve halkbilimsel araştırmanın değişik süreçlerinde uygulanabilirliğini göstermeyi ve tartışmayı hedefliyoruz.
Fotoğrafın yoruma ve analize açık bir zeminde araştırma yapmaya izin veren potansiyeli kadar, araştırma sürecindeki aktif rolüyle de ele alınabilecek, oldukça geniş bir alanda çalışma yapma olanağını bizlere sunuyor olması bu yaklaşımın temel tezini oluşturmaktadır. Halkbilimsel araştırmada fotoğrafı merkeze alan bir yaklaşımın beraberinde getirebileceği sorunların, özellikle fotoğrafın kendi içinde barındırdığı “gerçeklik” kavramı üzerindeki sorgulamaların da ötesinde, halk kültürünü var eden kültürel ortamın anlaşılmasına ve kültürel anlamların çözümlenmesine kaynaklık edebilecek bir etnofotografik çalışma olabileceği düşüncesinden hareket etmekteyiz. Bu, bugüne kadar halkbilim alan araştırmaları ve derlemelerinde belge amaçlı kullandığımız fotoğrafın ötesinde bir kullanımı ve değerlendirmeyi içermektedir.
Fotoğraf ve antropoloji. Her ikisinin doğum tarihlerinin aynı güne rastladığı ve başlangıçta ortak bir arzuyu paylaştıkları söylenir: Bilgiyi görünür kılma arzusu. Ethnos'un ışıkla yazılan hayat bilgisi olan "etnofotografi"ye dair ilk örneğimiz, bu arzunun bugün de çok uzağında olmadığımızı gösteriyor.
Fotoğraf 1979 yılında Munzur dağlarındaki -o zamanlar özgürce çıkabildikleri- yaylalarında, Tunceli’de yerleşik Şavaklı yarı-göçer toplulukların arasında yapılan alan çalışmalarında çekildi.
Klasik etnografya çalışmalarında "özcü" bilimsel nesnellik söylemiyle araştırmacıyı özne, çalıştığı konuyu da nesne olarak kuran örtülü bir deneyciliğin aksine, “keşfederken keşfedilmek” adını verdiğimiz bu fotoğrafta, Şavaklı çocuklar bize kimin özne, kimin nesne olduğunu bir kez daha düşündürüyor.
Fotoğraf, antropolog ile incelediği topluluk arasındaki ilişki ve etkileşim sürecinde yaşanabileceklerin ilk habercisiydi sanki! Fotoğrafın çok değişik biçimlerde okunabileceğini, her okumada yeni anlamlar üretilebileceğini, fotoğrafın içinde varolmayan anlamın bizde gizli olduğunu unutmadan, yaklaşık 25 yıldır arşivimde saklı bu fotoğrafı bugün ben böyle okudum. Ya siz... ?
Dinlerin ve kutsalın şafağında Şamanizm, göçebe toplulukların bir inanç sistemi olarak ilk kez bu topraklarda keşfedildi: Altaylar.
Fotoğraf, bugün Dağlık Altay Özerk Cumhuriyeti topraklarında başkent Gorno Altay’ın Onguday Bölgesi Kuladı Köyü’nde, bir ayin sırasında Nisan 2001 de çekildi.
Fotoğrafta görünen dağların, ormanların tarihi kadar eski Altay’ın “kamlık inancı” içinde gelişen ayinler değişerek, dönüşerek günümüzde yeniden canlanan ayinlerle çıkıp geliyor, zamana direniyor ya da simgelerle yüklü ve bu dili anlayanlara çok şey söyleyen ve bir daha asla aynı şekilde göremeyeceğimiz bir geçmişi bize yeniden anlatıyor sanki…
Her fotoğraf karesi gibi bu fotoğraf da zamanın akışından alınmış ve bir arka planı, bağlamı olan bir anın karesi. Her bağlam kendi fotoğrafını sarıp sarmalar. Çekilen her kare, öncesi ve sonrasıyla kendi dışına taşar.
Ayinde, Altaylı yaşlı kadın kutsal “ateşin ağzını besliyor”. Ateşin koruyucu ruhlarına saçı kurbanını sunuyor ve ayin sürüyor…
Fotoğrafta saklı etnografik bilgi farklı bir kültürü anlamada bize yardımcı olabilir. Ne dersiniz?
“Rüzgârların şehri” Bakü. Mart 2001.
Yeni yılın ve baharın başladığı günü “novruz” bayramını kutluyor Azeriler.
Her nevruzda çıkıp geliyor yaşlı “köse” ve yardımcısı “keçel”. Yüzlerce, binlerce yıl öncesinin mitoslarından, kutsal törenlerinden süzülüp günümüze ulaşan köse oyunları anlamları, işlevleri değişse de sürüyor gösterilerde, şenliklerde… Bakmayın neşesine; başında keçe külahı, sırtında heybesi, elinde kepçesiyle giden kışın, eskiyen yılın, yokluğun, kıtlığın, ölümün simgesidir yaşlı köse. Ölüp, dirilir oyunlarda. Oyunlar, baharla yeniden doğuşun, kıtlığı kovan bolluğun ve ölümün karşısında yaşamın simgesel bir anlatımıdır. Köse yeni bir oyun çıkarmanın peşinde. Fotoğrafta yer alanların tümü hem seyirci hem oyuncu aslında.
Etnografik fotoğraf, kaçınılmaz olarak kültürün sözlü olmayan öğelerini yakalar. Fotoğrafın içerdiği etnografik bilgi kimi zaman sözün önüne de geçer. Fakat bağlam ve fotoğrafa iliştirilmiş daha geniş çaplı bir arka plan bilgisi olmaksızın bir değer taşır mı?
Fotoğraf ve ona eşlik eden metin uyum içinde olmalı ve birbirini gölgelememelidir.
Mıtrıp. Hasankeyf/Batman, 2004
“Derler ki, cinlerin padişahı parmaklarına işemiş, dillerine tükürmüş… Onlar kadar iyi çalan, onlar kadar iyi söyleyen yokmuş”.
Mıtrıp (Mıtırb), çalgıcı, müzisyen anlamına gelen Arapça bir sözcük. Mıtrıplar, Anadolu’da savruldukları bölgelerde farklı adlarla anılan çingene kökenli oldukları düşünülen topluluklardan birisi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “Kürt Çingeneleri” olarak tanımlandılar. Kimliklerine dönüşen müzisyenlikleri sayesinde yıllarca aşiretlerin gölgesinde, yanı başında gezgin yaşadılar. Bugün olumsuz önyargılardan arınmış bir kimliğin peşindeler…
Üç telli “kemançe(rebab)”leriyle düğünlerin, sohbetlerin, toplantıların vazgeçilmezleri… Mıtrıplık kültürel çeşitlilik içinde bir kimlik ve anlatım biçimi olarak sürüyor. Anadolu’nun sadece bir “rengi” değil, zenginliği aslında.
Etnograf, fotoğrafı bir “yaşam biçimi” içinden ödünç alıp kendi ilgisine dahil eder. Bu, serüvenin sonu değildir. Burada olduğu gibi fotoğraflar, başka bağlamlarda tekrar tekrar sunulur; fotoğrafın anlamı -daha çok ona bakanın kim olduğu ile ilgili olarak yeniden kurulur. Mıtrıp fotoğrafı, etnograf için anlamaya çalıştığı yaşamın izleriyle yüklüdür, peki ya mıtrıp için? Ya da ona yönelmiş diğer gözler için?
“Kul daralmayınca Hızır yetişmez / Yetiş Hızır Nebi sen imdad eyle”
(Fakîr Ednâ. 17.yüzyıl Bektaşi şairi)
Denizli’nin Çal İlçesi Çalçakırlar Köyü’nde Hıdrellez törenleri sırasında çekilmiş bir fotoğraf. Çalçakırlar, bir Bektaşi köyü. Hızır ya da Hızır-İlyas kültü, günümüz Bektaşi inançlarında -her dem taze- tüm canlılığını koruyor. Her yıl düzenlenen törenlerde kutlamalar iki gün sürüyor. “Dümülcü Sultan Türbesi”nin yanı başında kurbanlarla, adaklarla tüm zamanların ve umudun efendisi Hızır kutsanıyor.
Fotoğrafa yansıyanlar ayinin bir parçası, eylemin içinde bir an. Kadınlar saygıyla türbeye yaklaşıyorlar…
Etnografik fotoğraf, tıpkı yazılı metinler gibi etnografik bilginin görsel metinleridir. Bilginin ve deneyimin taşıyıcısı durumunda olan bu fotoğrafın yansıttıkları, bunu ne kadar gerçekleştiyor sizce? Fotoğraf sadece anlatmanın bir biçimi değil anlamanın da bir aracı mı acaba?